Bayram boyunca bilgisayarımdaki kanaviçe şablonları dosyalarımı ayıkladım. Öyle az buz değil, 9200 dosya attım çöpe, işlemeyeceğim şablonları attım çünkü seçim yapmak zor oluyor.
Zaten şimdi pinterest var, istemediğin kadar şablon var, yeter ki ne aradığını bil, yoksa boğuluyorsun. Eskiden böyle siteler yoktu, rus sitelerinde bulunuyordu tam şemalar ve o zamanlar ben ne bulduysam arşivlemişim. Arşivimden çok paylaştığım oldu, ama artık sayıyı azalttım.
Gene de kıyamadıklarım var 😊
Ben işlerimi elimdeki çerçevelere göre seçip işliyorum. Üçlü seriler öyle çıkıyor.
Bayram öncesinde iki adet üçlü çerçevem vardı ama etaminim bitmişti. Online sipariş verdim de geldi ...
Bugün onları kestim... 6 adet, 2 çerçevelik... Ellerimi daha rahat kullanmaya başladım hamdolsun.
Hava bir açıyor bir kapayıp şakırdıyor...
Eveeet...Anlayacağınız yeni üçlüler geliyor. Şablonlar seçildi, kasnak gerildi.
İplikler seçildi...
Kafamdaki fikri uygulayabilirsem güzel olacak...
Hadi bana kolay gelsin.
Kimse gelmeden bir ucundan iki üç çarpı atayım da çabuk bitsin😄
18 Haziran 2018 Pazartesi
17 Haziran 2018 Pazar
15 Haziran 2018 Cuma
Bayram Gelmiş Neyime...
Sabah kalktım, evin her köşesine, çiçeklerime iyi bayramlar diledim.
Annem buralardadır diye, bayramını kutlayıp öpücük gönderdim.
Kahvaltıdan sonra gelen mesajları okuyup ev hediyemi hazırlamaya hobi odama geçtim.
Çok büyük !!! olduğu için çoook zamanımı aldı😄😄😄
İşte buuuu.... Aaaaa elektrikler gitmiiiş 😨😨😨
Tabii internette, bayram günü olur mu yaaa, iyi ki bir yol genişletecekler, herşey heryer perişan 😬😬😬
Neyse geldi...
Büyüüük panomu görebilirsiniz artık...
İyi bayramlaaar 🍬🍬🍬🍭🍭🍭
Annem buralardadır diye, bayramını kutlayıp öpücük gönderdim.
Kahvaltıdan sonra gelen mesajları okuyup ev hediyemi hazırlamaya hobi odama geçtim.
Çok büyük !!! olduğu için çoook zamanımı aldı😄😄😄
İşte buuuu.... Aaaaa elektrikler gitmiiiş 😨😨😨
Tabii internette, bayram günü olur mu yaaa, iyi ki bir yol genişletecekler, herşey heryer perişan 😬😬😬
Neyse geldi...
Büyüüük panomu görebilirsiniz artık...
İyi bayramlaaar 🍬🍬🍬🍭🍭🍭
14 Haziran 2018 Perşembe
12 Haziran 2018 Salı
İlle de Paylaşmalıyım... :)
Ne yapsam hemen paylaşasım geliyor, zaten bu yüzden yayınlarımdan beni gayet iyi tanıyor çoğunuz :))
Evden eve taşınırken, özellikle dağdan taşınırken çok ama çok malzeme-değerlendirilecek objeler bıraktım/verdim/attım...
Antalyadan sanal arkadaşım Leman'ın gönderdiği, "sen bunları değerlendirirsin" leri hatırlıyormusunuz, orada minik çerçeveler vardı.
Onlardan ikisini değerlendirmeye aldım.
Dün minik minik iki panocuk işledim.
Dantel örtüsüz olmaz dedim, dantel örtü koydum altlarına (büyütüp bakabilirsiniz)
Ve dantelliye dantel örtülü bir yere kondurdum.
Nasıl olmuşlar, değerlenmişler mi Leman'cım :))
Daha da minik çerçeve var Lemandan, bende de var...
Hadi devam o zaman :))
Evden eve taşınırken, özellikle dağdan taşınırken çok ama çok malzeme-değerlendirilecek objeler bıraktım/verdim/attım...
Antalyadan sanal arkadaşım Leman'ın gönderdiği, "sen bunları değerlendirirsin" leri hatırlıyormusunuz, orada minik çerçeveler vardı.
Onlardan ikisini değerlendirmeye aldım.
Dantel örtüsüz olmaz dedim, dantel örtü koydum altlarına (büyütüp bakabilirsiniz)
Ve dantelliye dantel örtülü bir yere kondurdum.
Nasıl olmuşlar, değerlenmişler mi Leman'cım :))
Daha da minik çerçeve var Lemandan, bende de var...
Hadi devam o zaman :))
11 Haziran 2018 Pazartesi
Kitaplar Nerede ?
Kitap aşığı bir insan, kitap okumaktan bıkar mı?
Bıkıyormuş...
Ben bıktım... Çok ciddiyim... Bıktımmmm...
Kemoterapi günlerinde OKU...
Işın sırasının gelmesini beklerken OKU...
Ağır tedavinin ardından yataktan çıkamıyorken OKU...
Yataktan çıkabilip salona gidip koltuğa devrildiğinde OKU...
Biraz biraz elişi yapmaya başladığında kollar hemen ağrımaya başlayınca, dinlenmek için OKU...
Annen de yataktan kalkamaz hale gelip seni hep yanında istediğinde OKU...
OKU... OKU... OKU...
Bu kadar değil, hepsiyle hatıra fotoğrafı çektirememişim :)) Hangileriydi, onu da hatırlamıyorum :((
E bıktım işte...
Belki sıkılmam dedim, dergilere geçtim....
Olmadıııı... :(
Okunacak kitaplar yatak odamda başucumda ve dolapta duruyor... Duruyor...
Sabahtan akşam 5.5-6 ya kadar pencere önünde iş köşemde
kanaviçe işliyorum,
sonra tv izleme köşeme geçiyorum.
Seyrettiğim iki kanal...
tv2 de Kelime Oyunu, sonrasında uykum gelene kadar TLC de ıvır zıvır :))
Dizi izlemiyorum, asosyal sayılmam değil mi :)))
Haber filan seyretmiyorum, stres yasak ya, ama habersiz kalıyorum sanmayın, o kadar da değil :)))
İşte böyleeee ....
Bıkıyormuş...
Ben bıktım... Çok ciddiyim... Bıktımmmm...
Kemoterapi günlerinde OKU...
Işın sırasının gelmesini beklerken OKU...
Ağır tedavinin ardından yataktan çıkamıyorken OKU...
Yataktan çıkabilip salona gidip koltuğa devrildiğinde OKU...
Biraz biraz elişi yapmaya başladığında kollar hemen ağrımaya başlayınca, dinlenmek için OKU...
Annen de yataktan kalkamaz hale gelip seni hep yanında istediğinde OKU...
OKU... OKU... OKU...
Bu kadar değil, hepsiyle hatıra fotoğrafı çektirememişim :)) Hangileriydi, onu da hatırlamıyorum :((
E bıktım işte...
Belki sıkılmam dedim, dergilere geçtim....
Olmadıııı... :(
Okunacak kitaplar yatak odamda başucumda ve dolapta duruyor... Duruyor...
Sabahtan akşam 5.5-6 ya kadar pencere önünde iş köşemde
kanaviçe işliyorum,
sonra tv izleme köşeme geçiyorum.
Seyrettiğim iki kanal...
tv2 de Kelime Oyunu, sonrasında uykum gelene kadar TLC de ıvır zıvır :))
Dizi izlemiyorum, asosyal sayılmam değil mi :)))
Haber filan seyretmiyorum, stres yasak ya, ama habersiz kalıyorum sanmayın, o kadar da değil :)))
İşte böyleeee ....
10 Haziran 2018 Pazar
9 Haziran 2018 Cumartesi
Yardım... Doğru mu Yanlış mı !
Eğer herhangi bir durumdan dolayı zorlanıyorsanız, etrafınızdaki bir çok insan size yardımcı olmak için çabalar, genelde uzaktan :))
Annem vefat etmeden önce hergün gelen yardımcımızı, annemden sonra bırakmadım, her cumartesi sabahtan öğlene kadar geliyor.
Çok kişi neden devamlı yardımcı almadığımı soruyor; almıyorum, çünkü yanımda sürekli bir yardımcı olduğu zaman benim herhangi birşey yapmama gerek kalmayacak. Bu durumda oturduğum yerde daha kötü olacağım, hareketsiz, sorumsuz..
Halbuki haftada bir olunca ben de kendimi zorlayarak normal bir yaşantı sürmeye çalışıyorum, ancak, zorlasam da yapamadıklarımı hafta sonuna bırakıyorum.
Mesela yürütecim olmadan yürüyemiyor ve ayakta dengede duramıyorum, kollarım ağrılı ve hareket kısıntılı olduğundan kendim yıkanamıyorum, yemek yapamıyorum, eğilip birşey alamıyorum gibi gibi :(
Biliyorsunuz ben hiç "hastayım" demem, savaştayım derim :))
Bu savaş pek yaman, malul gazi olarak hemen hemen çıktım bu savaştan, inşallah kazandım :))
Saçlarım beyin metaztası olduğumda ameliyat sonrası verilen ışın ve ağır kemoterpide döküldü, nihayet kel imajım oldu :)) Çok seyreldi, ben de gürleşene kadar kestirmeye devam edip kelliğin tadını çıkaracağım :))
Ben terapime devam edeyim gene de...
Üçlü-ikili-tekli.... Banuca seriler devam etsin mi? :)
Son ikilim...
Henüz tasarım aşamasına geçmedim :)
Annem vefat etmeden önce hergün gelen yardımcımızı, annemden sonra bırakmadım, her cumartesi sabahtan öğlene kadar geliyor.
Çok kişi neden devamlı yardımcı almadığımı soruyor; almıyorum, çünkü yanımda sürekli bir yardımcı olduğu zaman benim herhangi birşey yapmama gerek kalmayacak. Bu durumda oturduğum yerde daha kötü olacağım, hareketsiz, sorumsuz..
Halbuki haftada bir olunca ben de kendimi zorlayarak normal bir yaşantı sürmeye çalışıyorum, ancak, zorlasam da yapamadıklarımı hafta sonuna bırakıyorum.
Mesela yürütecim olmadan yürüyemiyor ve ayakta dengede duramıyorum, kollarım ağrılı ve hareket kısıntılı olduğundan kendim yıkanamıyorum, yemek yapamıyorum, eğilip birşey alamıyorum gibi gibi :(
Biliyorsunuz ben hiç "hastayım" demem, savaştayım derim :))
Bu savaş pek yaman, malul gazi olarak hemen hemen çıktım bu savaştan, inşallah kazandım :))
Saçlarım beyin metaztası olduğumda ameliyat sonrası verilen ışın ve ağır kemoterpide döküldü, nihayet kel imajım oldu :)) Çok seyreldi, ben de gürleşene kadar kestirmeye devam edip kelliğin tadını çıkaracağım :))
Ben terapime devam edeyim gene de...
Üçlü-ikili-tekli.... Banuca seriler devam etsin mi? :)
Son ikilim...
Henüz tasarım aşamasına geçmedim :)
8 Haziran 2018 Cuma
Hep Umutluydum...Hep Mutluydum...
Ve yaşadığım sürece bu böyle olacak...
Akciğer Kanserinde 5. yılım. Erken teşhiste 5 yıllık sağ kalım veriyor istatistikler, hatta devlet bile tedavi ödemesi için 5 yıl sınır koydu da, kaldırdı mı bilmem. Ama ben bu kuralı çoktaan kaldırdım, doktorumda zırva onlar dedi zaten, bu arada kanser nüksetti,beynime ve diğer akciğerime metaztas yaptı, o yaptı ben direndim... :))
İyiyim, daha da iyi olacağım, umutluyum, zaten hep mutluyum :)
Her yazımda bunlardan bahsetmek istemiyorum aslında ama, belki birilerine destek olur diyorum, yani, sakın pes etmeyin, direnin diyorum. En iyi ilacı kendiniz bulacaksınız, benim hobilerim var, en iyi terapim. Artık ancak etamine işleyebiliyorum, ama işliyorum :) Kollarım ağrıyor, bileklerim isyan ediyor, ben işliyorum, napim inatçı bir hatunum. Kim mi kazanıyor, işte...
Banuca üçlemeler...
Hem manevi hem maddi terapi :))
Devamı gelecek inşallah :)
Bugünlük bu kadar olsun mu ....
Hoşçakalın, mutlu kalın...
Akciğer Kanserinde 5. yılım. Erken teşhiste 5 yıllık sağ kalım veriyor istatistikler, hatta devlet bile tedavi ödemesi için 5 yıl sınır koydu da, kaldırdı mı bilmem. Ama ben bu kuralı çoktaan kaldırdım, doktorumda zırva onlar dedi zaten, bu arada kanser nüksetti,beynime ve diğer akciğerime metaztas yaptı, o yaptı ben direndim... :))
İyiyim, daha da iyi olacağım, umutluyum, zaten hep mutluyum :)
Her yazımda bunlardan bahsetmek istemiyorum aslında ama, belki birilerine destek olur diyorum, yani, sakın pes etmeyin, direnin diyorum. En iyi ilacı kendiniz bulacaksınız, benim hobilerim var, en iyi terapim. Artık ancak etamine işleyebiliyorum, ama işliyorum :) Kollarım ağrıyor, bileklerim isyan ediyor, ben işliyorum, napim inatçı bir hatunum. Kim mi kazanıyor, işte...
Banuca üçlemeler...
Hem manevi hem maddi terapi :))
Devamı gelecek inşallah :)
Bugünlük bu kadar olsun mu ....
Hoşçakalın, mutlu kalın...
7 Haziran 2018 Perşembe
Gerçek Hayat Hikayesi...
.........................
Dedesi,
Bağdat kadısı,
babası,
padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan azası’ydı.
Çamlıca’da, uşaklı bahçıvanlı,
muhteşem bi köşkte yaşayan,
oturmasını kalkmasını,
ecnebi lisanları bilen,
yakışıklı bi delikanlıydı.
Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi.
Ve, Londra’da bi partide gördü onu...
Güzeller güzeli İngiliz genç kadın,
şahane gülümsüyor,
etrafına ışık saçıyordu.
Vuruldu, âşık oldu.
Gözler her şeyi anlatır derler ya,
belli ki, hisleri karşılıksız değildi.
Zaten, zarif bi kaç kısa cümleden oluşan sohbet sırasında işareti almış,
genç kadının her gün Hyde Park’ta at gezintisi yaptığını öğrenmişti.
Sabahın köründe, soluğu Hyde Park’ta aldı.
Aaa ne tesadüf filan...
Birlikte at bindiler, yemek yediler,
muhabbeti ilerlettiler.
Rüya gibiydi.
Rüya gibiydi ama,
uyanması da vardı...
Tahsilini tamamlamıştı, yurda dönmesi gerekiyordu.
Kalsa, olmaz, bıraksa, hiç olmaz.
Pat diye, benimle evlenip
Türkiye’ye gelir misin dedi.
Genç kadın sevinç çığlığı attı,
coşkuyla boynuna atlayıverdi.
Sonra...
Az geri çekildi, oturdu, boynu büküldü,
hayatta en çok istediğim şey bu ama, maalesef imkânsız, Jack var dedi.
Jack de kim yahu?
Genç kadının ailesi tiyatrocuydu,
ordan oraya turneyle dolaşan
kumpanyaları vardı.
Babası ölünce, annesi
bi adamla Avustralya’ya kaçmış,
kızını anneannesine bırakmıştı.
Anneanne, n’aapsın, torununu acilen
başgöz etmiş, talihsizlik işte,
savaşa giden damat,
kimbilir nerde mıhlanmış,
geri dönmemiş, ardında,
henüz 16 yaşında hamile bi
dul bırakmıştı.
Jack, oğluydu.
Delikanlı dinledi, dinledi,
önce sıkı sıkı sarıldı, sonra,
hiç sorun değil, oğlumuzla gideriz dedi.
Orient Express...
Ver elini İstanbul.
Delikanlı hiç sorun değil demişti ama,
sorun büyüktü.
Esir şehrin insanlarıydı İstanbul...
Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken, İngiliz gelinin, İngiliz işgalindeki kâbusu başlıyordu.
Dedim ya, işgal yıllarıydı,
herkes herkese şüpheyle bakıp,
memleketi satanları mimlerken...
Faytona binip, köşke geldiler.
Aman da efendim hoş gelmişiniz
sefalar getirmişiniz diye kucaklaşma beklenirken, bismillah,
nerden bulup getirdin bu gâvuru dedi, delikanlının ailesi!
Memleket İngiliz süngüsü altında
inim inim inlerken, İngiliz gelin olacak iş değildi yani.
Aşklarına sığınıp, göğüs gerdiler.
Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi İngiliz gelin, Müslüman oldu, Nadide adını aldı.
Kaderin cilvesi mi desek, ne desek...
Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken İstanbul’a inen bu genç kadının
nüfus kâğıdına, doğum yeri olarak
Bandırma yazıldı...
Çünkü, nüfus memuru doğum yerinin
Londra olduğunu gördü,
Londra Mondra olmaz,
olsa olsa Bandırma’dır diye kaydetti!
Memleket kurtuldu, cumhuriyet kuruldu.
Hariciye’ye giren delikanlı, Lozan’da
İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü oldu.
Şak, kanun çıktı, hariciyecilerin
eşi ecnebi olamaz...
İnönü, pek beğendiği delikanlıya kıyamadı, boşan, birlikte yaşa, mesleğine devam et dedi.
Delikanlı, bu teklifi hakaret olarak kabul etti.
Benim için ailesini, memleketini, dinini terk eden eşime bunu yapamam, mesleğimden vazgeçerim,
aşkımdan asla dedi.
Bastı istifayı, ıvır zıvır işler yaparak,
evini geçindirmeye çalıştı.
O zamanlar memur değilsen,
ayvayı yiyordun.
Ayvayı yedi.
Hayatları kaydı.
Önce eldeki avuçtaki bitti,
sonra gümüşler satıldı, ardından köşk gitti...
Dımdızlak kaldılar.
Kiraya çıktılar.
Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler.
Çocukları olmuştu.
Saracak bez yoktu.
Çarşafları yırttılar.
Bi eli yağda bi eli balda doğup büyüyen delikanlı, eşinin hiç sızlanmadan dimdik duruşunu gördükçe, yeniden yeniden âşık oluyordu ama, kahrından alkole dadanmıştı.
Çalışamaz hale geliyor, daha çok sefalete sürükleniyorlardı. Hayatlarında eksilmeyen tek kavram, mutluluktu.
Mutluydular.
İngiliz anne, adı gibi, hakikaten nadide’ydi...
O kör kuruşa muhtaç hallerinde bile, hastaneden atılmış iki çocuklu bi kadına evini açtı, sokakta dilenen bi nineye kendi yatağını verdi, aylarca baktı, yıkadı, pakladı, komşuların fısır fısır dedikodusuna aldırmadan,
kaçak olarak yaşayan, dara düşmüş
bi Fransız’ı sofrasına oturttu, çocuklarına kuru ekmeği paylaşmayı öğretti.
Bi gün...
İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi,
nasıl duydularsa duymuşlar,
çocuklarını al, İngiltere’ye dön,
eğitimlerini üstlenelim,
sosyal güvencen olsun dediler Nadide’ye...
Kapıdan kovdu!
Eşim Türk, çocuklarım Türk,
burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim, benim için hayatını feda eden eşimi, paraya değişmem dedi.
İki millet, iki devlet, iki din arasında
perişan olmuşlardı ama, aşkları sapasağlamdı.
Üstelik...
Cumhuriyet de sapasağlamdı.
O dönemin Cumhuriyet’i, şimdiki gibi sadece parası olanlara değil, gariban ailelerin çocuklarına da fırsat eşitliği sağlıyor, okumaya niyetleri varsa, okutuyor, üniversiteyse üniversite, konservatuvarsa konservatuvar, yeteneğin önünü açıyordu.
Delikanlı, delikanlı gibi yaşadı, öldü.
Nadide zatürreeden vefat etti,
hayatının en çetin günlerini yaşadığı İstanbul’da, kızının evinde...
En çok kızına güvenir, en çok küçük oğlunu severdi.
Bu koca yürekli kadının
küllerinden doğan kızı, YILDIZ...
Oğlu, MÜŞFİK KENTER’di.
Boşuna dememişler,
işini yapacaksan aşk’la yap diye...
Ve, merak ederim,
tiyatroda sahneye koymak
için abuk sabuk senaryolar
aranır hep niye ...?
YILMAZ ÖZDİL
(Ben de yazmaya çalışıyorum ama şu cümle bile yordu😡 )
Bağdat kadısı,
babası,
padişah tarafından atanan Heyet-i Ayan azası’ydı.
Çamlıca’da, uşaklı bahçıvanlı,
muhteşem bi köşkte yaşayan,
oturmasını kalkmasını,
ecnebi lisanları bilen,
yakışıklı bi delikanlıydı.
Yüksek tahsil için İskoçya’ya gönderildi.
Ve, Londra’da bi partide gördü onu...
Güzeller güzeli İngiliz genç kadın,
şahane gülümsüyor,
etrafına ışık saçıyordu.
Vuruldu, âşık oldu.
Gözler her şeyi anlatır derler ya,
belli ki, hisleri karşılıksız değildi.
Zaten, zarif bi kaç kısa cümleden oluşan sohbet sırasında işareti almış,
genç kadının her gün Hyde Park’ta at gezintisi yaptığını öğrenmişti.
Sabahın köründe, soluğu Hyde Park’ta aldı.
Aaa ne tesadüf filan...
Birlikte at bindiler, yemek yediler,
muhabbeti ilerlettiler.
Rüya gibiydi.
Rüya gibiydi ama,
uyanması da vardı...
Tahsilini tamamlamıştı, yurda dönmesi gerekiyordu.
Kalsa, olmaz, bıraksa, hiç olmaz.
Pat diye, benimle evlenip
Türkiye’ye gelir misin dedi.
Genç kadın sevinç çığlığı attı,
coşkuyla boynuna atlayıverdi.
Sonra...
Az geri çekildi, oturdu, boynu büküldü,
hayatta en çok istediğim şey bu ama, maalesef imkânsız, Jack var dedi.
Jack de kim yahu?
Genç kadının ailesi tiyatrocuydu,
ordan oraya turneyle dolaşan
kumpanyaları vardı.
Babası ölünce, annesi
bi adamla Avustralya’ya kaçmış,
kızını anneannesine bırakmıştı.
Anneanne, n’aapsın, torununu acilen
başgöz etmiş, talihsizlik işte,
savaşa giden damat,
kimbilir nerde mıhlanmış,
geri dönmemiş, ardında,
henüz 16 yaşında hamile bi
dul bırakmıştı.
Jack, oğluydu.
Delikanlı dinledi, dinledi,
önce sıkı sıkı sarıldı, sonra,
hiç sorun değil, oğlumuzla gideriz dedi.
Orient Express...
Ver elini İstanbul.
Delikanlı hiç sorun değil demişti ama,
sorun büyüktü.
Esir şehrin insanlarıydı İstanbul...
Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken, İngiliz gelinin, İngiliz işgalindeki kâbusu başlıyordu.
Dedim ya, işgal yıllarıydı,
herkes herkese şüpheyle bakıp,
memleketi satanları mimlerken...
Faytona binip, köşke geldiler.
Aman da efendim hoş gelmişiniz
sefalar getirmişiniz diye kucaklaşma beklenirken, bismillah,
nerden bulup getirdin bu gâvuru dedi, delikanlının ailesi!
Memleket İngiliz süngüsü altında
inim inim inlerken, İngiliz gelin olacak iş değildi yani.
Aşklarına sığınıp, göğüs gerdiler.
Sevdiği adam uğruna, kara çarşafa bile girdi İngiliz gelin, Müslüman oldu, Nadide adını aldı.
Kaderin cilvesi mi desek, ne desek...
Mustafa Kemal Bandırma’ya binerken İstanbul’a inen bu genç kadının
nüfus kâğıdına, doğum yeri olarak
Bandırma yazıldı...
Çünkü, nüfus memuru doğum yerinin
Londra olduğunu gördü,
Londra Mondra olmaz,
olsa olsa Bandırma’dır diye kaydetti!
Memleket kurtuldu, cumhuriyet kuruldu.
Hariciye’ye giren delikanlı, Lozan’da
İsmet İnönü’nün özel kalem müdürü oldu.
Şak, kanun çıktı, hariciyecilerin
eşi ecnebi olamaz...
İnönü, pek beğendiği delikanlıya kıyamadı, boşan, birlikte yaşa, mesleğine devam et dedi.
Delikanlı, bu teklifi hakaret olarak kabul etti.
Benim için ailesini, memleketini, dinini terk eden eşime bunu yapamam, mesleğimden vazgeçerim,
aşkımdan asla dedi.
Bastı istifayı, ıvır zıvır işler yaparak,
evini geçindirmeye çalıştı.
O zamanlar memur değilsen,
ayvayı yiyordun.
Ayvayı yedi.
Hayatları kaydı.
Önce eldeki avuçtaki bitti,
sonra gümüşler satıldı, ardından köşk gitti...
Dımdızlak kaldılar.
Kiraya çıktılar.
Tükene tükene, gecekonduya kadar düştüler.
Çocukları olmuştu.
Saracak bez yoktu.
Çarşafları yırttılar.
Bi eli yağda bi eli balda doğup büyüyen delikanlı, eşinin hiç sızlanmadan dimdik duruşunu gördükçe, yeniden yeniden âşık oluyordu ama, kahrından alkole dadanmıştı.
Çalışamaz hale geliyor, daha çok sefalete sürükleniyorlardı. Hayatlarında eksilmeyen tek kavram, mutluluktu.
Mutluydular.
İngiliz anne, adı gibi, hakikaten nadide’ydi...
O kör kuruşa muhtaç hallerinde bile, hastaneden atılmış iki çocuklu bi kadına evini açtı, sokakta dilenen bi nineye kendi yatağını verdi, aylarca baktı, yıkadı, pakladı, komşuların fısır fısır dedikodusuna aldırmadan,
kaçak olarak yaşayan, dara düşmüş
bi Fransız’ı sofrasına oturttu, çocuklarına kuru ekmeği paylaşmayı öğretti.
Bi gün...
İngiltere Elçiliği’nden görevliler geldi,
nasıl duydularsa duymuşlar,
çocuklarını al, İngiltere’ye dön,
eğitimlerini üstlenelim,
sosyal güvencen olsun dediler Nadide’ye...
Kapıdan kovdu!
Eşim Türk, çocuklarım Türk,
burada babalarının yanında yaşayacaklar, ben de onların yanında öleceğim, benim için hayatını feda eden eşimi, paraya değişmem dedi.
İki millet, iki devlet, iki din arasında
perişan olmuşlardı ama, aşkları sapasağlamdı.
Üstelik...
Cumhuriyet de sapasağlamdı.
O dönemin Cumhuriyet’i, şimdiki gibi sadece parası olanlara değil, gariban ailelerin çocuklarına da fırsat eşitliği sağlıyor, okumaya niyetleri varsa, okutuyor, üniversiteyse üniversite, konservatuvarsa konservatuvar, yeteneğin önünü açıyordu.
Delikanlı, delikanlı gibi yaşadı, öldü.
Nadide zatürreeden vefat etti,
hayatının en çetin günlerini yaşadığı İstanbul’da, kızının evinde...
En çok kızına güvenir, en çok küçük oğlunu severdi.
Bu koca yürekli kadının
küllerinden doğan kızı, YILDIZ...
Oğlu, MÜŞFİK KENTER’di.
Boşuna dememişler,
işini yapacaksan aşk’la yap diye...
Ve, merak ederim,
tiyatroda sahneye koymak
için abuk sabuk senaryolar
aranır hep niye ...?
YILMAZ ÖZDİL
(Ben de yazmaya çalışıyorum ama şu cümle bile yordu😡 )